Tarihin kavramsal bir bakış açısıyla incelenmesi ve
olayların hangi nedenlere bağlı olarak gerçekleşmiş olduğunun araştırılması
Tarih Felsefesinin uğraştığı meseledir. Geç Ortaçağ döneminden 19. yüzyılın
başlarına kadar tarih felsefesinde hakim olan görüş bütün bir uygarlık tarihi
boyunca gerçekleşmiş savaşların, barışların, ölümlerin, çeşitli sosyal ilerlemelerin/gerilemelerin
ve keşiflerin insanların salt bilinçlerinin/eylemlerinin ya da bir takım
tesadüflerin ürünü olarak meydana geldiği şeklindeydi. 18. yüzyılda meydana
gelen Aydınlanma Devrimi ise gündelik hayatta, bilimde, düşüncede ve dinde;
yerleşmiş bütün olguların ve kuralların temelden sorgulanmasına, özellikle
insanların herşeyi algılamasında yeni perspektifler geliştirmesine neden oldu.
![]() |
Georg Wilhelm Friedrich Hegel |
Aydınlanma Devriminin düşünen insanı varolan bütün kuralları ve düşünce kalıplarını aşmaya zorlaması sonucunda tarih felsefesinde de düşünsel bir ilerleme meydana geldi. İnsan zihnini ve hareketlerini kısıtlayan kuralların düşünce ve davranışlar üzerindeki etkisinin hızla zayıflaması sonucu tarih boyunca gerçekleşmiş olayların nedenlerinin pozitif bilimlere yaslanan kavramsal nedenlere bağlı olarak gerçekleşmiş olabileceği bir soru olarak ortaya çıktı. Bu sorulardan kaynaklanarak tarihsel süreçlerin birbirlerine bağlı neden-sonuç denkleminde ve zorunlu olarak geliştiğini savunan determinist anlayış(Hegel ve Marx’ın tarih görüşleri)gelişti. Determinzm evrendeki her olayın oluşum sürecinin kendinden bir önceki olayla bağlantılı olduğunu bu sebeple benzer olayların benzer sonuçlar doğuracağını iddia eder. Yani evreni oluşturan her şeyin mekanik bir düzlem içinde var olduğunu ve kendine öz değişmeyen yasalar ile yönetildiğini rastlantısal hiçbir olayın olmadığını söylerler.
Determinizmin tarih alanında da etkileri felsefe ile
oluşturdukları sentez farklı boyutlara ulaşmıştır. Alman filozof Hegel’de
determinizmi tarihe uygulayanların başında geliyor.
Hegel’e göre insan ilişkileri ancak tarih aracılığıyla kavranabilir. Tarih ise tanrısal iradenin bir görünümü, dışavurumu, edimidir. Bu üst savla Hegel, tarihte Hıristiyan inançlarına dayanan amaçlar gözetmiştir. Hegel, Hıristiyanlığın, bütün insanların Tanrı önünde ortak bir kadere sahip olduğu teolojik savını gelişim yasasına bağlı zorunlu bir süreç olarak tarih felsefesine getirirken, tarihsel gelişim yasasını da Hıristiyanlığın temel öğretisi olan Tanrısal öngörünün dünyaya egemen olduğu inancıyla temellendirdi. Hegel’e göre Tanrı’nın öngörüsünün ve koymuş olduğu bu planın bilgisine sahip olma, dünya tarihini olanaklı kılmaktadır. Nitekim, Hegel için, Hıristiyanlar Tanrının sırlarına sırdaş olduğu ölçüde tarihin anahtarı insanlığın eline geçmiş olur. “Dünyaya Tanrısal istenç egemendir’’ diyen Hegel, istenç dünyasının rastlantıya bırakılmamış olduğunu, yani tanrısal irade ile belirlenmiş olduğunu belirtir. Tanrısal irade ise, Tanrının doğrudan doğruya tarihe müdahale etmesidir.
Hegel’e göre insan ilişkileri ancak tarih aracılığıyla kavranabilir. Tarih ise tanrısal iradenin bir görünümü, dışavurumu, edimidir. Bu üst savla Hegel, tarihte Hıristiyan inançlarına dayanan amaçlar gözetmiştir. Hegel, Hıristiyanlığın, bütün insanların Tanrı önünde ortak bir kadere sahip olduğu teolojik savını gelişim yasasına bağlı zorunlu bir süreç olarak tarih felsefesine getirirken, tarihsel gelişim yasasını da Hıristiyanlığın temel öğretisi olan Tanrısal öngörünün dünyaya egemen olduğu inancıyla temellendirdi. Hegel’e göre Tanrı’nın öngörüsünün ve koymuş olduğu bu planın bilgisine sahip olma, dünya tarihini olanaklı kılmaktadır. Nitekim, Hegel için, Hıristiyanlar Tanrının sırlarına sırdaş olduğu ölçüde tarihin anahtarı insanlığın eline geçmiş olur. “Dünyaya Tanrısal istenç egemendir’’ diyen Hegel, istenç dünyasının rastlantıya bırakılmamış olduğunu, yani tanrısal irade ile belirlenmiş olduğunu belirtir. Tanrısal irade ise, Tanrının doğrudan doğruya tarihe müdahale etmesidir.
![]() |
Karl Marx |
Hegel’de akıl (Tanrısal irade, Geist) dünyaya egemendir. Bu egemenliği zorunlu
gelişim yasaları ile özdeşleştiren Hegel, tarihsel sürecin rastlantıya
bırakılmamış olduğu görüşünü tarih felsefesinin ana motifi yapmıştır. Her şeyin
içinde yaşayan ve her şeyin onda yaşadığı Geist’ın kendisini kendi olarak
tanımak için giriştiği diyalektik süreçte tarih, bir aşamadan diğer aşamaya
geçer. Bu geçişler veya uğraklar aşkın bir bilincin tarihi yönlendirmesidir.
Geist’ın kendi bilincine varmak için dünya haline gelmesinde bir iç zorunluluk
vardır. İşte bu nedenden dolayı Hegel’de tarih hiçbir rastlantısal öğeyi
içermez. “Rastlantısallık dış zorunlulukla aynı şeydir, dış koşullardan başka
bir şey olmayan nedenlere geri gitmedir. Tarihi, tarih üstü Tanrısal Geist’in
yasalarıyla determine eden Hegel, bu yasaları zorunlulukla özdeşleştirdi.
Determinist tarih yorumunda ise rastlantıya hiç yer vermedi.
Determinizm-indeterminizm karşıtlığını rastlantısal olanı zorunlu olana indirgeyerek çözen Hegel gibi Marks’da tarihi belirlenimci yasalarla açıklama yoluna gitti. Marks “toplumsal hareketi, yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve düşüncesinden bağımsız olmakla kalmayan, tersine onların iradesini, bilincini ve düşüncesini belirleyen yasaların yönettiği bir doğal tarihsel süreç olarak ele aldı” Fakat o, tarihsel gelişim yasasını insan bilincinden bağımsız tinsel bir töz olarak değil, temelini insanlar arasındaki üretim ilişkilerinde bulan iktisadi yasalar ile açıkladı.
Determinizm-indeterminizm karşıtlığını rastlantısal olanı zorunlu olana indirgeyerek çözen Hegel gibi Marks’da tarihi belirlenimci yasalarla açıklama yoluna gitti. Marks “toplumsal hareketi, yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve düşüncesinden bağımsız olmakla kalmayan, tersine onların iradesini, bilincini ve düşüncesini belirleyen yasaların yönettiği bir doğal tarihsel süreç olarak ele aldı” Fakat o, tarihsel gelişim yasasını insan bilincinden bağımsız tinsel bir töz olarak değil, temelini insanlar arasındaki üretim ilişkilerinde bulan iktisadi yasalar ile açıkladı.
Marks’a göre insan etkinliği ve eylemleri tarihin özünü oluşturur.İlk tarihsel eylem insanların kendi üretim araçlarını üretmesiyle başlamıştır. Bireyler arası ilişkiler Marks’da “üretim tarafından koşullandırılır” .İlk tarihsel eylem üretim olduğu için toplumsal hayatı belirleyen ilke üretim biçimleri ve üretim ilişkileridir. Kendi içinde farklılaşmış bir süreç olan tarihte, 8 doğadan farklı olarak “oluşturulmuş” bir süreç söz konusudur. İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Bu şu demektir: Doğada kör bir determinizm varken, tarihte insanın bilinçli bir kavrayışla ortaya koyduğu hedefler ve bu hedeflere yönelik insan eylemleri vardır. “Maddi üretimlerini ve karşılıklı maddi ilişkilerini geliştiren insanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düşüncelerini hem de düşüncelerinin ürünlerini değiştirirler”. Marks’a göre insanların iradesi dışında diyalektik olarak gelişen ekonomik yaşamın genel yasaları nesnel bir nitelik taşır. Bununla birlikte Marks, rastlantısal olanın nesnel gerçekliğini de kabul eder. Bir olayı yönlendiren rastlantılar ne kadar çok olursa olsun, rastlantısal olanı da yönlendiren objektif yasalar vardır. Bu nedenle tarihsel süreçte rastlantısal olanla zorunlu olan karşıtlığı, aslında birbirini içeren ve diyalektik bağımlılık içinde birbirine dönüşen karşıtlıklardır.
0 yorum:
Yorum Gönder